ref: refs/heads/v3.0
DOLAR
32,5872
EURO
34,8381
ALTIN
2.508,91
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
22°C

Mert Ali EREN

Tarih Araştırmacısı - Yazar

    Kuşaklar Arası Değerler Aktarımının Mahiyeti

    23/05/2023 15:46 | Son Güncellenme: 23/05/2023 15:59
    A+
    A-

    Hayat, kimi insanları üzen, kimilerini sevinçlere gark eden bir tecrübe silsilesidir. İstisnaların kaideyi bozmaması ile birlikte geniş pencereden, realisttik perspektifinden baktığımız zaman genelde başarılı olan insanların evlatları, kendileri kadar başarılı olamamaktadırlar. Mesela hepimiz Adnan Menderes’i biliriz ama çocuğunu bilmeyiz. Birçoğumuz Kazım Karabekir’i tanırız ama evlatlarını bilmeyiz. Ahmet Cevdet Paşa’yı tanır, çocuğunu bilmeyiz… Böyle isimler daha pek çok zikredilebilir ama doğru olan bir şey vardır ki, o da ikinci kuşağın, çoğu zaman birinci kuşağın yerini dolduramadığıdır.

    Hayatta bazı çizgiler vardır. Bunlar, insanların; dini, sosyal, uhrevi veya dünyevî olmakla birlikte şahsi menfaatleri doğrultusunda çizilen çizgilerdir. Bu çizgiler her insanın karakterini izhar eder. Nitekim pişmanlıkları dolayısıyla Necip Fazıl’ın: “Farkı yok mantarlaşmış bir kayadan derimin / Yüzümde çizgi çizgi imzası kaderimin” dizeleri bize mihmandarlık etmektedir. Şair burada zamanında yaşamış olduklarının ve yanlışlarının, yüzünde bir imza gibi olduğunu, her daim onları müspet ya da menfi anımsadığını anlatır. Bu durumu çizen de yine kendisidir. Herkesin kendi yaptığından sorumlu olduğunu her birey bilir. Peki ya ebeveynlerinin sorumlu olduğu çocukları… Onlar nelerden sorumludur?  

    Kıymetli bir mütefekkir: “En bahtsız insan yanlışa doğru diye sarılan insandır. Ondan daha bahtsızı ise doğruya yanlış diye saldıran insandır.” der. Bu aslında aşağıda bahsedeceğimiz bir hüzünlü hikâyenin en sonunda verilecek cevaptır. Zira son dönem Osmanlı aydınlarının en aydını şeklinde şayialar bulunan; hukukçu, tarihçi, şair, ilim ve devlet adamı olan Ahmed Cevdet Paşa’nın torunu bu sözden nasibini almıştır. Ahmet Cevdet Paşa’nın damadı, meşhur Plevne Müdafasını yapan ve Tokat’ta adına üniversitesi bulunan Müşir Tokat’lı Gazi Osman Paşa’nın yeğeni olan, Mehmed Faik Bey’dir. Faik Bey, bugün 7’den 70’e istisnasız herkesin mutlaka görmüş olduğu bir kadının eşidir. O kadın ki Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın yazarı, İlk kadın mütercimi, ilk kadin feslefecisi ve ilk feminist duyarlılığı olan kadın hakları savunucusudur. O, 50 Türk Lirası’nın arka yüzünde yer alan Fatma Aliye Hanım’dır. 

    Reklam
    Reklam

    Evet, Müşir (Mareşal) Gazi Osman Paşa’nın yeğeni Faik Bey ile Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye evlenmişler, bu evlilikten 4 çocukları olmuş, Nimet ve İsmet adındaki iki kızlarını da o dönem yeni açılan Fransız okulu “Dame de Sion”a kayıt ettirirler. Burada okumaya başlayan iki kardeş, ilerleyen günlerde Hristiyan hocalarının Hristiyanlık lehinde telakkilerine maruz kalırlar. Bu durumdan Nimet oldukça rahatsızken, İsmet ise pek de rahatsız değildir ve nitekim Nimet okuldan ebeveynlerinin bilgileri ve tensipleri doğrultusunda kaydını başka bir okula aldırır.. İsmet, Dame de Sion’da okuma konusunda ısrarcı davranır ve okumaya devam eder. Günler geçip gider iki kardeş yüksek tahsil için Fransa’ya gönderilir. Nimet, tahsilini tamamladıktan sonra ülkesine, Türkiye’ye döner. Ancak İsmet dönmemek de ısrarcı olur ve annesine Fransa’da kalacağına dair bir mektup gönderir. O günden itibaren Fatma Aliye Hanım’ın, kızı İsmet ile iletişimi kesilir. Yıllarca birbirlerinden haber alamazlar. Fatma Aliye hanım, iyi dileklerde bulunarak kızının en azından tahsili ve kariyeri olduğu için hayatını rahatça idame ettireceğini düşünerek bir bahtiyarlık içerisindedir, tâ ki başka bir mektup gelene kadar…

    Bu mektupta İsmet’in, Fransız hocalarının Hristiyanlık telkinlerine aldandığı ve fikrini değiştirdiği apaçık ortadadır. Ama durum bu kadar hafif değildir. Zira İsmet artık Hristiyan olmuş ve bununla da kalmayıp bir kilisede Rahibe olarak yaşamaya başlamıştır. Osmanlı’da medeni hukuk düzenlemesi tabiriyle bilinen Mecelle’nin, yani İslam fıkhına dayanan adalet hükümlerinin yer aldığı ilk kanun kitabı özelliğini taşıyan kodeks’in fikir babası, komisyon reisinin torunu artık rahibe olmuştur… 

    ReklamReklam

    Bu acılı durum Fatma Hanım’ı derinlemesine üzer, varını yoğunu çocuğunu aramak için harcar ve basından da olabildiğince sessiz halletmeye çalışır. O sebeple toplumda çok aktif olan Fatma Hanım’dan tanıdıkları haber alamıyor, Fatma Aliye Hanım öldü diye şayialar çıkıyor, o ise kızına bir şekilde ulaşmaya çalışıyordu. Bu uğraşlar netice vermeyecek, kızının bir “Rahibe” olarak yaşadığının hüznünü ve bu hakikati, sinesinde benimsememe durumuyla mücadele ederken hayata gözlerini yumacaktı… Türk kadınlarının en kariyerlisi olabilecek o kadın, belki de kızının o hâlini görmemek, kendini bu elim haberlere kanıksamak için müthiş kariyerine hiç başlamamayı bile yeğleyecekti…

    O kıymetli mütefekkirin sözünü bir kez daha hatırlatmak isterim: “En bahtsız insan, yanlışa doğru diye sarılan insandır. Ondan daha bahtsızı ise, doğruya yanlış diye saldıran insandır.” İşte bu yüzden doğru nedir, yanlış nedir? bunları ayırt etmek için uğraşmak, doğruya uzanan ilk basamaktır. Türk evladı eğer mukayeseli ve mantıklı düşünür ve okursa, Olimpos dağının çocuklarının, Hira dağının evlatlarını hiçbir zaman kabul etmeyeceğini idrak edecektir. Çünkü tarih, bir ibret alma mekanizmasıdır.

    Sezai Karakoç’un dediği gibi ümit ediyoruz. “Bir gün gelecek, yine yüce İslâm milleti bilinçlenecektir. Nerelerden, nerelere geldiğini öğrenecek ve bu onu uyandıracaktır.” 

    Yazarın Diğer Yazıları
    Reklam
    Reklam
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.